DOMUZ KUYRUĞU
Bazen “Uzak” filmindeki Yusuf gibi hissediyorum kendimi. Ne zamanlar geliyor bu his biliyor musunuz, mesela şöyle bir mesaj aldığımda:
“Bakın Defne Hanım, babanızın adına bir kütüphane yapılıyormuş!”
Ve bir haber… “Bakırköy Rıfat Ilgaz İlçe Halk Kütüphanemizdeki çalışmalar sona yaklaştı.
Son çalışmaları yerinde inceledik.”
Altına bir beğeni işareti, bir de yorum bırakıyorum:
“Babamın adını taşıyan bu tür tesisleri görünce buruk bir sevinç hissediyorum. Ben İstanbul’u, o dünyayı bırakmış…”
Yakın olmam beklenen her şeye, herkese ve her yere uzak oldum. Doğru çevrelere girmeli, doğru arkadaşlarla takılmalı, onlarla doğru atılımlar yapmalıydım. Bense öyle yapmadım. Uyanık, kurnaz, gözü açık insanları sevemedim, kendim de öyle olamadım. Yetenekliydim ama fazlaca “hayır” diyordum.
Bana beceriksiz, aptal, deli dediler. Hem de en önce yakın çevremdekiler.
Yüz Yıllık Yalnızlık romanındaki kuyruk sorunu gibi bir şeydir bu. Farklılığın her türlüsü domuz kuyruğuyla doğmak gibidir. Sanat yeteneği ile birlikte geçen asi ruhsa genetik bir lanet. Sanki hikâyenin sonunda şifreleri çözünce bir kasırga kopacak ve bu lanet dağılacak. Yani öyle ümit ediyorum.
Geçende Rektör hanımla bir yerde karşılaştık, ayak üstü sohbet ettik. Düzce Üniversitesi Rektörü Nigar Demircan Çakar’dan bahsediyorum. Neler yapıyorsunuz Defne Hanım, yeni projeleriniz var mı, dedi o güzel cana yakın, güleç yüzüyle. Hiçbir şey yapmıyorum, dedim.
Kısa, net, hızlı yanıtıma şaşırdı galiba.
Günlük ev işleri yapıyorum, kitap okuyorum, artık müzikle aram yok da diyemedim uzun uzun. Kısadan cevap verdim, hiçbir şey yapmıyorum, diyerek. Albüm, klip, film, akademik kariyer, yani benden beklenen hiçbir şeyi!
Şaşırdı, yorum yapamadı.
Büyük bir tarihsel olay olan Ukrayna’nın işgali üzerine düşünüyorum bugünlerde. Biliyorum, bu savaş domino taşı etkisiyle çok şeyi değiştirecek.
Ve hissediyorum. Bu iş büyüyecek. Bize değmeyen yılan bin yıl yaşasın ya da onlar da Batıcı olmasalardı, diyerek orada yapılan katliamlara, canavarlıklara, tecavüzlere, insanlık suçlarına, duyarsız davrananlar da bir bedel ödeyecekler.
Ereğli’de, askeriyede gemiler fazlalaşmış. Aldığımız bu duyumu konuşuyorduk eşimle. Yorumluyorduk. Biz böyle gemilerin arttırılmasını, Hulusi Akar’ın mayınlar hakkındaki açıklamasını değerlendirirken, Ereğli açıklarında 5 civarı bir şiddetle deprem oluverdi, sallandık. Savaş, deprem, pandemi, hepsi birbirine karıştı!
Özellikle de savaş, deprem gibi olasılıklar bana birçok senaryoyu düşündürtüyor. Bu olası senaryolar da ancak acil önlemler almak için plan yapmak, gayret göstermeye beni sevk ediyor. Açıkçası böylesi bir hava içindeyken yeni bir müzik albümü için hoş nağmelerin arayışına giremiyorum.
Bugünlerde yapılması gerekenler, İstanbul’dan taşınmak (ki onu yaptım), evde nakit para bulundurmak, gereksiz masraflara girmemek benzeri tedbirlerdir diye düşünüyorum.
Bu hafta Erkan Bey’in kitaplarını bitirdim. Hikmetli anlamlar içeren, duygu dolu şiirlerini okudum. Köşe yazısı yazmaktan kaynaklanan, akıcı, kolay okunmak gibi nitelikleri var Erkan Aşçıoğlu’nun yazdıklarının. Özellikle Çanakkale’deki Bartın şehitlerinin öyküsü beni çok etkiledi. Romantik kısa öyküler yazmayı da seviyor Erkan Bey. Onlar da hoş bir lezzet bırakıyor insanın dimağında.
Annemin arkadaşlarından Feridun Benden’in
“Şiir, Şair, Hayata Dair” kitabını da yarıladım. Şiiri sevmekle kalmayıp, bilmek isteyenler için elzem bir kitap! Muhakkak kütüphanede bulunmalı. Dünya edebiyatından da Türk edebiyatından da belli örnekler üzerinden şiiri anlatmış Feridun Abi. Hem klasik ve seçkin şiirler okumuş oluyorsunuz, hem de şiir hakkında çok şey öğrenmiş… O nasıl bir emekçidir o! Bu kitabı yazması yıllarını aldı. Tekrar tekrar yazdı. Devamı da geliyor!
Artık kitaplar internetten sipariş ediliyor. Benim kitabım “Kalbin Uzak Evi” de Feridun Benden’in kitabı “Şiir, Şair, Hayata Dair” de Lora Yayıncılık’tan çıktı. İnternette bu şekilde aratıp, bulup sipariş verebilirsiniz.