ELAZIĞ **
Bu kelime “bir sevgilinin ismi gibi” derdim: Elazığ. Sessiz, sakin, asayişli bir kent. Durup dinlerseniz derinlerden gelen birçok ses duyarsınız.
Harput tek başına bir tarihtir zaten. El Aziz’i ovaya indiren Atatürk’tür derlerdi. Harput kadim bir yerleşkeymiş, şimdi ise büyük bir kabristan.
Gölleri, deniz gibi Fırat’ı size suyu özletmiyor. Kuru bir şehirdir gene de İstanbul’a göre, “ikinci el araba Elazığ’dan alınır” derler bu yüzden. Ama “baraj yapıldı rutubet arttı” terennümlerini de duyarsınız zaman zaman.
Alabalık restoranına girince Urfa ya da Adana söylersiniz balığınızı, hayır garson şaka yapmıyordur balık burada et gibi pişirilmektedir. Ama balık ya da etten sonra tatlı sormayın, meyve getirirler, tatlıcı pek yoktur, tatlı düşkünlüğü de. Genellikle “fit”tir Elazığlı erkekler. Sebebi bu olsa gerek.
Gece 11 gibi kapınız çalabilir, korkmayın çiğ köftedir. Komşularınızdan biri akşam yemeğinden birkaç saat sonra televizyon karşısında yoğurmuş, “gurbettedir, gariptir” dediği sizi de unutmamıştır. Çiğ köfte yoğurma beylerin işidir. Elazığ’dan döndükten sonra bir müddet et yiyememiştik çocuklarla. Vallahi et Elazığ’da yenir.
Ayda bir kasaba gider, aylık etimi yaptırırdım. İşten gelince kıymanın üstüne tuz karabiber ekip fırına attığımda bile parmaklarımızı yerdik. Orada kasaplar size güveç bile hazırlar. Elazığ’da kadın olmak kolaydır. Sizden istenen, geniş eviniz ve geniş mutfaklarınızda hanım hanımcık oturmanızdır. Bey kazanır getirir, üstüne yemeğinizi de yapabilir!
Okuldan gelip çocuklarımla yemek hazırlama telaşımıza kapı zilinin sesi eşlik ederdi. Herkes sofrasından herhangi bir yemekten bir tabak komşusuna gönderirdi. İlk başta alınıyordum bu duruma, “ne yani ben yemek yapamaz mı görünüyorum, yoksa çok mu acınası bir halimiz var?” diyordum. Sonraları kızım Esma da “akşam servisi” olayına alışmıştı, verdiğim tabakları götürüyordu komşularıma. Benden ekşi köfte tarifi istemişlerdi de pek böbürlenmiştim. Elazığlı hamarat hanımların benden tarif istemeleriyle.
Oğlum Elazığ’dan dönmek istememişti. Babasını kaybetmiş ve akrabasız bir erkek çocuğun kendini bulması, yalnız hissetmemesi ve erkek olması için ideal bir ataerkil toplumdu! Erkek ortamı, ağır başlı erkek çocuk tayfası oğlumu sevgi çemberine alıvermişlerdi. Kendini ait ve sahiplenilmiş hissediyordu.
Türkiye’deki kadın cinayetleri istatistiklerinde en olumlu sonuçlara sahip bu şehirden çıkan Kurtlar Vadisi fenomeni, Elazığlıların pek de övündükleri bir oluşumun eseri değildir. Diziyi severek izler ama yapanları pek sahiplenmezlerdi.
Elazığ halkı dengeli ve ağır başlı bir halktır. Kürsü Başı olarak bilinen yerel müzikleri tamamen kendine hastır. Türk sanat müziği enstrümanlarının kullanıldığı tek halk müziği icrası Elazığ’a özgüdür. Musiki Cemiyetleri aktif ve köklüdür. Milliyetçilikleri ile ünlü bu insanlar müziklerindeki Ermeni etkisini hiç inkar etmezler, bunu bir gerçeklik olarak her daim zikrederlerdi.
Sürsürü Mahallesi Nene Hatun sokaktaki geniş evimin manzarası Bingöl’e kadar uzanırdı. Bu engin sarı manzarayı ne çok severdim! Diyarbakır’a giden tren evimin yakınındaki rayların üzerinden götürürdü yükünü. Zaman zaman bu rayların üzerinden tankların, mühimmatın, ağır silahların gittiğini de görürdük.
Fırat Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde Türkiye’nin her yerinden öğrencilerim vardı. İstanbullu öğrencimiz de vardı, PKK davasından hapisten çıkıp gelmiş olan da. Huzuru asayişi bozmadıktan sonra kimseye kötü gözle bakılmaz, saygısızlık ya da haksızlık edilmezdi.
Çocuklarımı yazdırdığım Harput Koleji’nden bana bir teklif geldi: İlk öğretimde müzik öğretmeni olmam! Çocuklarım indirimli okuyacak üstelik ders ücreti de alacaktım. Yıllardır gitar dersleri veriyordum ama ilk defa müfredat takip eden bir müzik öğretmeni oldum böylece.
Eşimi kanserden kaybettikten sonra dağılmış ruhumu toplamak için çok iyi bir atılım olmuştu Elazığ’a gitmek. O zamana kadar İsmek’te, İletişim Liseleri ve kolejlerde çalışıyordum. TRT tecrübem sayesinde televizyonu olan bir üniversite olan Fırat Üniversitesi yönetimini ikna etmiştim. Uygulama Hocası eksikliği vardı çünkü. O zamanlar uygulama hocası eksikliği İletişim ve Sinema Televizyon Fakültelerinin ciddi bir sorunuydu. Teori anlatan akademisyenler çok miktarda vardı ama öğrencilere film çektirecek hoca bulmakta zorluk çekiyordu idareciler.
Bütün uygulama derslerini almıştım, birinci sınıftan sonuncu sınıfa kadar. Ama en çok da son sınıflara verdiğim Belgesel dersini hatırlarım. Şehrimiz belgesel malzemesi açısından çok zengindi, öğrencilerimiz de ben de yaptığımız işten büyük tat alıyorduk.
Aynı gün içersinde üniversite son sınıflarla da ilkokullu miniklerle de ders yapan kaç öğretmen olmuştur acaba?
İlköğretimdeki öğrencilerimle şehrin stadında verdiğimiz konseri de hiç unutamam.
Elazığ bana birçok mutluluk yaşatmış bir şehirdir.
Cumartesi sabahı kalkıp televizyonu açtığımda şark hizmetimi yaptığım bu şehri ve oturduğum mahallenin havadan çekilmiş görüntülerini seyrederken 2007-2008 ders yılına gittim.
Kendi kullandığım 23 plakalı arabam, iki çocuğum ve Elazığlı kedim Tarçınla İstanbul’a doğru yola çıktığımızda çok heyecanlıydık. Mezun olduğum okula hoca olarak dönüyordum. Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema TV bölümünde Film Müziği hocası olacaktım, yüksek lisansıma da başlayacaktım nihayet. “Gezsen Anadolu”yu şarkısını söylüyorduk yol boyunca. Malatya, Kayseri, Sivas, Ankara’dan geçe geçe gelirken yeniden doğuyorduk sanki.
Türkiye zor günlere girmek üzereydi. Hallaç pamuğu gibi atılacaktı birçok kutsalımız. Ailem diyebileceğim pek bir şey yoktu zaten. Annem ve anneannem… Döndükten kısa bir zaman sonra anneannemi kaybettim. Ailemde ciddi bir miras telaşı yaşanmaya başladı. Bu zaten ben bildim bileli vardı ama çok hızlanmış ve korkusuzca yapılır olmuştu usulsüzlükler. Türkiye aynı usulsüzlüklerle sarsılıyordu, ailemin son kırıntıları da.
Bu zor süreç, annemin hastalığı ve ölümüne kadar gittikçe şiddetlenerek sürdü.
Çocuklarımı, insanlığın bittiği bir enkazın altından çıkarmam gerekecekti.
Elazığ’daki enkazların altındaki anneler ve çocuklarının seslerini duyan ve kurtaranlardan Allah razı olsun. Biz, kanaatkar Türk halkı, mucize kabilinden kurtuluyoruz, mucize hayatlar yaşıyoruz hep!
Çünkü hep geç kalınıyor. Alınması gereken önlemler nedense alınamıyor.