HABABAM SINIFI UYANIYOR!

HABABAM SINIFI UYANIYOR!

Yazarlık oturmakmış meğer. Oturarak okuyorsunuz, oturarak yazıyorsunuz. Maya bu sefer de üstünde yaşam çiçeği ve ouroboros (kuyruğunu ısıran yılan) deseni olan kırmızı renkli minder hediye etti. Otur üçüncü romanı da yaz, diyerek.

Yazarlar genelde evdedirler, evcildirler.

İcap ettikçe çıkıyorum, gidiyorum bir yerlere. Yarın Düzce Belediyesi’nin açık havadaki sinema gösterimine gideceğiz. “Hababam Sınıfı Uyanıyor” gösterilecekmiş, davet ettiler sağ olsunlar. Bir bilseler ilk defa seyredeceğimi!

Neden, demeyin. İşte e’le.

Babam evden ayrıldığı sıralarda Hababam Sınıfı yeni gösterime girmişti. Salonlar dolu, gişelerde kuyruklar…

Küçük Ağbim elimden tutup beni sinemaya götürmüştü. Düşünüyorum da o da on yaşında falanmış. Babamın adı beyaz perdede belirince dürtüp göstermişti bana. Ben daha okuyamıyordum herhalde.

O günler buz gibi soğuk günlerdi. Kifayetsiz sobalarla, zar zor ısındığımız günler. Annemin Birinci ya da Gelincik içtiği günler. Anneannemin odunlu kazanı yakıp bizi yıkadığı günler. Dedem bayramda bir liradan fazla vermediği için bizim ona kızdığımız günler. Babamdan kalan ayakkabı kalıplarının ne işe yaradığını anlamadığım günler. Annemin çalışıp kazanıp bir türlü yetiremediği günler. Küçükçekmece’deki evde suların akmadığı günler. Erken başladığım okulda, sıralara başımı koyup koyup uyukladığım günler.

Sonra, o günler geride kaldı. Anneannemle dedemin harcamaya kıyamadığı paraları ve malları ortalığa saçıldı. Elimden tutup sinemaya götüren, bana babalık yapan abilerin dişlerinin uzadığı, çirkin yengelerin onlara suflörlük yaptığı ve dolayısıyla küçük kıyametin koptuğu günler sökün ediverdi.

Haram helal demeden lokmalar yutuldu, günahlar sevaplar sahibini buldu, şimdilerde taşlar yerine oturdu. Artık kocamla el ele tutuşup, belediyenin davetlisi, hatta “şeref konuğu” olarak Hababam Sınıfı’nı izlemeye gidiyoruz. Babamın adı çıkınca, dopdolu salonda beni dürtecek bir ağbim yok. Ama can dostum olan yoldaşım var.

Geçende otuz yaşına gelmiş kızıma eş ararken nelere bakması gerektiği konusunda bir söylev verdim. Kendim bile duygulandım ettiğim laflara. Sizinle de paylaşayım:

“Eşini askerde badini seçer gibi seç. Arkanı dönebileceğin, sırtını dayayabileceğin gibi. Yaralandığında seni meydanda bırakmayacak, düşmana seni satmayacak, akıllı, ileri görüşlü, emanete hıyanet etmeyen…” falan derken kızım lafımı kesti, “anne, biraz da aşk olsa?”

Ben anlamam. Hayat gerçekten ciddi bir mücadele. İnsan olanlarla insan olmayanlar arasında geçen. İnsan olmayanların çok acayip silahları var; atomlar, nötronlar, hidrojenler falan. Çünkü ölesiye korkaktır onlar. Korkuları ölçüsünde nefret doludurlar.

İnsan olanlar ise barışı sağlamak için savaşırlar. Sonsuz barışı tesis etmenin hayaliyle. Sıcak ya da soğuk savaş hiç bitmesin isteyen diğerlerinin aksine… Onlar ancak korku atmosferinde nefes alabilirler. Barış, onların ciğerlerine göre değildir.

Tinne’yi okuyor musunuz? tinne.biz.tr‘de yayınladığımız yeni hikayemi?

Bugün 15. bölümü yazdım. İn ile Ah’ın hikayesini.

Binbir Gece Masalları gibi olsun istedim. Her gece bir bölüm yazıyorum. Gece 23.00 oldu mu başlıyorum yazmaya… Sabah kahvenizi içerken okuyasınız diye.

Hadi bana eyvallah. Saat 2.30. İki yazı peş peşe yazmak kolay değil. Bir sürü ütü üstelik.

“Yaratım sancıları çeken” arkadaşlara selamlar 😉

* Bartın Gazetesi “Bizden Sual Olunursa” köşesinde yayınlanmıştır.

Loading

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir