Her telden, her makamdan veya tondan çalabilen bir virtüöz enstrümantistle şarkı söylüyor gibiyim bu gazetede yazarken. Bu bana fazlaca özgürlük duygusu veriyor. Bilmem ki tehlikeli bir şey midir bu?
Sümbül Efendi’nin meczubu, “meczuplar deli değildir ama bırak öyle bilsinler” demişti. Bunca zamandır bu sırrı sakladım. Şimdi, böyle bir gazete için bu şarkıyı söylemek istiyorum.
Meczup bir şeyin cazibesine, cezbesine kapılmış demek. Bir şeyi çok ama çok sevmiş, o uğurda her şeyden vazgeçmiş demek. Bir işin, bir nesnenin, birinin meczubu olunur.
Hazret bana taşların meczubunu anlatmıştı. Taş meczubuymuş adam! Taş toplarmış tüm gün… Çocuklar onunla eğlenmek için taşlarından birini saklarlar sonra gizlenerek onun ne yapacağına bakarlarmış. “Deli”cik eve dönüp (evinin kapısını kilitlemezmiş) binlerce taşından birinin yok olduğunu hemen fark eder feryada başlarmış: “hüü hüüü nerede benim taşım taşcağazım, çabuk getirin bana, gene almışlar taşımı!..” Çocuklar saklandıkları yerde kikir kikir gülerlermiş. O çocuklardan birisi de rahmetli Sefer Dal’dır.
Bir de bilirsiniz bazı işlerin meczupları vardır. Artık o işte “fenâ bulmuş” (yok olmuş, kaybolmuş) kişiler… Bu bir koleksiyonerlik olabilir, zanaatkârlık olabilir. O kişilerin bütün dünyası o iş olur. Karımdan vazgeçerim bu işten vazgeçmem, derler. Çünkü yaşayamazlar o işi yapmadan. Bu uğurda birçok bedel ödemişlerdir. Bazen sokaklarda kedi, köpek meczuplarına rastlarsınız. Birbirinin tıpkısı gibi gözüken sokak hayvanlarını isimleriyle çağırırlar. Adeta onlar için çalışır, onlar için kazanır, onlar için yaşarlar. Sümbül Efendi’nin meczubu bana öğretti, “sakın onlarla alay etme, kendi hallerini, külahlarını sana giydiriverirler. (Bkz. külahları değişmek…) Bu kişilere yan bakma, onların sevgisini kazan, kalplerini kırma” diye uyardı.
Türkiye, meczubu çok olan bir ülkedir. Bu vatanı, bu toprakları her şeyden, sahip olduğu her şeyinden daha çok sevenlerin sayısının çok yüksek olduğu bir ülkedir.
Sümbül Efendi’nin meczubu bana dedi ki, “meczupların cenazesi çok kalabalık olur. Cenazelerinde birbiriyle ilgisi olmayan hatta birbiriyle taban tabana zıt kişiler bulunur. Hangi şapkanın altında kimin olduğunu bilemezsin, her gördüğünü Hızır bil ki, Hızır bizdendir.”
Çanakkale Savaşı Türklerin meczupça saldırdığı oysa savunmada olduğu bir deniz zaferidir ama karadan yapılmıştır! Açıklanası anlaşılası bir iş değildir kahraman savaşçılarımızın halleri.
Benim anneannem Çanakkaleliydi. O ve ailesi Kurtuluş Savaşı gazisiydi. Onlardan dinlediğim ve size anlatacak çok hikâyem var aslında. Bu gerçek hikâyelerden sevgili anneciğim birçok öykü ve radyo hikâyesi yaptığı için ben bunları şimdilik es geçiyorum.
Meczuplar keramet sahibidirler ve bu hallerinin sırrı henüz çözülmüş değildir. Bu topraklarda Türkler oldukça Çanakkale zaferleri olmaya devam edebilir. Benim tavsiyem bu vatanın ve bayrağın cezbesine kapılmış bu millete ve ordusuna kimse yan gözle bakmasın!
20.03.2020 tarihli Bartın Gazetesi’nde yayınlanmıştır.