ÖVÜNMEK GİBİ OLMASIN AMA…

Küçük bir şehirde yaşıyorum. Ama merkezde değil. Yani küçük bir şehirde bile merkezde yaşamıyorum. Trafik zaten yoktu, sokaklar zaten tenhaydı. Ön balkon, arka balkon, gün doğumu, gün batımı sefaları zaten günlük ritüellerimdi. Aslında arka balkonum yok. Arka odadaki üçlü koltuğu cama doğru yerleştirince balkon oldu. Nasılsa balkonlar kapatılıyor.

Zaten evden dışarı haftada bir en çok iki kez çıkıyordum. Okuyor, yazıyor, düşünüyor, besteliyor, çekiyor, paylaşıyordum. Evime gündelikçi gelmez, on senede bir gelir gelirse. Ben temizlerim evimi, lezzetli yemekler yaparım. Zaten ekmek, yoğurt, peynir yapabiliyorum. Zaten bizim şehir 31 şehirden biri de değil. Titizimdir zaten ben. “Hijyen Tijen” derdi oğlum.

Rüzgâr ama sert esen rüzgârlar attı beni buralara. Zaten hep şükrederim ben Tanrı’ya verdikleri ve vermedikleri için.
“Tevhid eyle Ya Rab beni” diye bir şiirim var. Şair burada Tanrısına seslenerek, der topla beni, diyor. Bir çocuğum Macaristan’da, bir çocuğum Bosna’da, babaları mezarda. Annem babam yok. Belki de şair bu tablodan yeis duyup bu şiiri yazmıştır. Şair toparlanmak için ne yapacak bilmem ama ben arşivimi toplamakla başladım işe. Annemin, babamın ve benim arşivimi. Üçümüz de sanatçıyız ve birbirimiz için son noktayız. Onlar birbirlerinin son eşiydi, ben de onların son çocuklarıydım.

Kültür Sanat TV için ayda bir ya da iki program çekip gönderiyorum. Bu program benim arşivimi karıştırmamı sağlıyor, düzenli ve metodik olarak çalışmamı da…

Bugünlerde annemin feminist dönemini inceliyorum. Kronolojik gidiyorum, sıra feminist döneminde. 1982-1990 yılları arası diye hatırladığım bu dönemi şimdi okuyarak yeniden gözden geçiriyorum.

Annem, kendisinin, “ben feministim” diyebilen ilk Türk yazarı olduğunu söylerdi. Ağustos 83’de Cumhuriyet’te Yalçın Pekşen’e verdiği röportajı baz alırsak doğru söylüyor. Marilyn French ve Erica Jong’u çok okurdu. Annem “ben bir şeyim” demeden önce çok okurdu. Üstüne konuşabilecek kadar çok okur, iyice şarj olur, yazar ve sonra da çokça konuşur anlatırdı. Röportajlarda, konferanslarda, okuyucuya ve izleyiciye açık birçok mecrada, platformda.

Geçiş dönemi çok eğlenceli. O dönem yazdıkları, çok renkli, çok çeşitli ve çok iddialı. Rakıyı ve orucu bir bünyede birleştirmeye çalışırken umarsızca bir neşeyle derin felsefe yapıyor.

Son tahlilde annem, müthiş bir sentezdi! Güçlü bir kalem. Ama bu kadar renkli bir mücadele bir tek kalemle olmuyordu, gökkuşağı gibiydi. Karabulutları hep yakın bir yerlerde bekleyen…

Yıpranmıştı. Yorulmuştu. Demirden bir kelebek gibi oradan oraya uçmaktan… Ben de onunlaydım hep. Onu korur, kollardım. Dengede kalmasını sağlardım.

Ama benim de gücüm bir yere kadardı, miras kavgaları atmosferimizi fena halde kirletmeye başlamıştı. Duygu ve düşünce dünyamızı bulandırıyordu. Gel gelelim benim uzaklaşmama da izin verilmiyordu!

Son yıllarında işler fazlaca karışmıştı. Şimdi onları da derleyip toparlamaya çalışıyorum.

Ben zaten evdeyim. Size kolay gelsin.

Not: Anneannem, kırk günden sonra her şeye alışılırmış, derdi.

20 Nisan 2020 tarihli Bartın Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

www.sitemder.org

Loading

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir