“KÜÇÜKÇEKMECE OKYANUSU”

Babamlı günler Küçükçekmece Gölü’nün kenarında geçmişti. Dedemin müstakil bir evden yıkıp yaptığı yedi daireli bir binada. Şimdi o binanın yerinde yeller esiyor. Bir ara satılmış, bilgim olmadı. Satın alanlar binayı yıkıp yerine “İrfan Oto” adında bir oto galeri açmışlar.

Bir tarafında iskele bir tarafında bahçe vardı. Dedemin her yaz yenilediği sandalı ters yüz edilmiş iskele tarafında beklerdi. Bahçe tarafında da arabası dururdu. Sevgili “orijinal Fransızı”, Rönosu… Annemin babası emekli emniyet amiriydi. Adı da Zekeriya Muhteremoğlu’ydu.

Babamın o evde geçirdiği günlerden kalan Küçükçekmece Okyanusu adlı öyküsünde dedem Selami Saygıner olmuş. Dedemin sandalına kuruluşunu “amiralvari” olarak tanımlamış babam.

Öyküyü tekrar okudum. Komşu çocuğu Şişko Ayhan’ı Topak Altan yaptığını, annemin oğullarını da torunlar olarak anlattığını anladım.

Ölmüş yazarlar olan annemin ve babamın kitapları buram buram anılarımızla dolu. Onların eserlerini okumak özlediğim ve detaylarını yavaş yavaş yitirdiğim geçmişimi bütün netliğiyle gözümün önüne getiriyor. Adeta günlüklerini okur gibiyim, ama bilseniz canım nasıl yanıyor, keşke kalemleri böyle kuvvetli olmayaydı, bu kadar iyi gözlemciler olup bu kadar hünerle anlatmayaydılar…diyesim geliyor.

Demiyorum. Çünkü sanatlarına hayran kalıyorum. Akıcı dillerine, ince mizahlarına…

Evet, bir sendrom yaşıyor gibiyim de bu neyin sendromu? İkisinin eserlerini belleğimde harmanlıyor, karıştırıyor, birleştiriyorum.

Annemin Ad Semud Medyen, Yol ve Yolcu nehir romanları üzerine çalışırken Akçakoca’ya denize girmeye gittim. Biz denizsiz, gölsüz, yüzmesiz duramayız, göl çocuğuyum ben. Babamın anlattığı “Küçükçekmece Okyanusu”nda doğdum büyüdüm. Babam, annem, anneannem, dedem, annemin oğulları ağbilerim, kiracılarımızla yaşayıp gidiyorduk “sarı badanalı” evde.

Hayatımın ilk yedi senesi orada geçti. Sekiz yaşına gelince Bakırköy’e taşındık. Annem ve ağbilerimle. Babam Cide’ye gitmişti. Ama yaz geldi mi doğru Küçükçekmece’nin yolunu tutardık. Bir Küçükçekmece marşımız bile vardı! Londra Asfaltı’nda dedem rönosunu uçururken bir ağızdan söylerdik! On üç, on dört yaşında gitar çalıp beste yapmaya başladığımda ilk bestelerimden biri de göl içindi.

Haberlerde gördüm bizim göl ölmüş.

Akçakoca’daki halk plajında güneşlenirken duyduğum koku, sesler bana hep o yılları anımsatıyor. Şöyle yapardık, böyle yapardık deyip duruyorum. Yüzdüğüm zaman herkes bakıyor, çünkü babamın hikayesinde bahsettiği gibi “Defne çok iyi yüzüyor.”

* 9 Temmuz 2020 tarihli Bartın Gazetesi’nde yayınlanmıştır.

Loading

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir